“oturup sözcükleri hiç düşünmeden art arda yazabiliyorum... çeşit çeşit duygularla doluy(or)um. ama bu duygular dayanılmaz, taşınmaz hâle gelinceye kadar hiçbir şey yazmam. duyguları dağıtırım...” öyle yazmaya başlarım. tezer özlü-ferit edgü, “her şeyin sonundayım” (s.66) ama zalimce davrananları gözlemlediğimde -her zaman- içlerinde yaralı bir çocuk olduğunu, acılarını, korkularını ve masumiyetlerini görüyorum. ancak bu davranışlarından dolayı yanımda bulundurmamın sebebi, içindeki çocuğu gördüğümden dolayıdır. çünkü hepimizin içinde yaralı bir çocuk var ve acı taşıyoruz. ayrıca içinde o çocuğu iyileştirmek de bizim sorumluluğumuz. yıldız ecevit’inde dediği gibi; “yaşama norm koymak, her şeyden önce normların/doğruların/anlamın ve bu doğruları taşıyabilecek güçte ve bilinçte ‘birey-insan’ın varlığını gerektirir” (kbd. s.16) niteliğindedir.
insanlarla telepatik bağ kurmak güzeldir ancak ve ancak insanların sözlerini teşvik etmek ve kendi duygularınızı ifade edebilmek için “eşit derecelik” önemlidir. bu davranışta konuşmaya çalışmayı, ne yaptıklarının/yaptığınızın farkında olma sağlamalıyız. ancak, “güvensizlik” verici hale gelirse kendi refahımız için uzaklaşmamız gerekebilir. bu da gayet doğal bir yol. bu insanın kendini korumanın yolu, incinmek istemediği yolu ama büyümenin bir yolu da olabilir.
biz insanız. kusurluyuz ve bunun farkındayız. insan içinde fazla yara, üzüntü ve biraz da karanlık yanları var. kimse mükemmel değil ve olmak da istemez. insanoğlu, öğrenen bir varlık çünkü. bu da dağınık ama güzeldir. vita sackvılle’nin vırgınia woolf’a dediği gibi; “kimse gerçekte olduğu insan olamıyor, sonuç da düpedüz bir karmaşadan ibaret.” (s.7)