zam'ânın esintisi

21 Ekim 2020

edimlerimiz için,




“beni dertten derde saldın, şu gönlümü nasıl çaldın” diye başlıyor “güzel bu nasıl sevdaymış” türküsü. âşk genişlemektir, kontrol altına alınmak değildir. 


 acı olayları da “atam dedim atamadım, satam dedim satamadım” bizi büyüten, bizi biz yapan şeyler onlar. her eylemlerimizin sorumluluğumuz altında olduğu için. başkalarına sunduğumuz zararın mazereti yoktur çünkü.insanların ne istediğini ve/ya neye ihtiyacı olduğunu bilmek ve bilmemenizi istiyorsa sınırlarına, arzularına saygı duyup yolumuzu bulmamız gerek. şiddet, hayatımızı, bizi basitleştirir.


bazen düşünüyorum da  “gözyaşımı umman eyledin, aklımı fikrim zayeyledin, perme perişan eyledin”farklı bir zaman çizelgesinde, bu kadar kafa karıştırıcı olan olayları  anlamıyor,  merak ediyorum neden böyle olduklarını. empatiye ve iyi bir kalbe sahip olmayı üstlenmek savunmasızlık olamaz çünkü. şimdi bunların hatalar olup olmadığını bilmiyorlar ama, bilseler ve biriktirdiği ham duygularını bir türkü gibi büyütebilseler.


evet, çok kızgınım. sürekli taciz ve kötü davranan insanlara ve bu muameleyi reddeden insanlara kötü davranan insanlardan bir o kadar da yoruldum. pek çok kişi sırf bencilce yaşıyor. aşklarını uzaktan yaşayamıyorlar, ne yazık. buraya koskocaman bir “keşke ve umut” bırakmak kalıyor benden. 

8 Ekim 2020

vesikalı yarim’e,




insanoğlu, birbirlerinin hayatında ne yaptığına, ne düşündüğüne, ne de hissettiğine değer ver(e)miyor. ilişkiler -günlük ve- yok ediliyor. insanlar bir makine hâline dönüşmüş ve kendilerini öyle böyle bir şekil bir kişiyle değil, herkesle beslemeye çalışıyor ve neredeyse herkesin intihar ettiğini, kendinin depresyonda olduğunu, uyuşturduğunu ve paranoyak olduğunu da biliyoruz. ve bu esnada hatırlayacağımız bir mucize bizi canlandırabiliyor: âşk!

türkan şoray’ın o söylediği gibi, “özel bir film: vesikalı yarim” ve de “vesikalı yarim filmini her izlediğimde boğazıma bir şeyler düğümlenir, bu filmin duygusundan hiç kurtulamam, imkânsız aşkı insanın içine işleyecek şekilde anlatan bu filmi” türkân şoray, “sinemam ve ben” s.118 derken, ne kadar sevdiğimi ve inanılmaz bir âşk hikâyesi bulduğumu size ne kadar anlatsam yetmez. evet, her film eşsiz, çok güzel, çok farklı olabilir, ama benim için bu film çok ayrı bir yerde, kıyaslanmayacak kadar da biraz sûzidil biraz da nihâvend. her karakteri insana işaret veren, herkesin yüreğinde duygular oluşturan inanılmaz bir film. ben, bu filmde aşkın farklılıklarını benimsemeyi öğrendim. bu yüzden türkân şoray’dan (biraz) bahsetmek istiyorum.

türkan şoray (sabiha), her şeyden emin olmak için elinden geleni yapan, aşkın varlığına niyaz eyleyen (hattâ filmin bir sahnesinde izzet günay ‘hâlil’in’ dizinde ağlaması ve bir başka sahnesinde tesbihi onarıp vermesi niyaz gibi niyaz, -ki en çok etklendiğim sahnelerden), çaresiz bir şekilde sokaklar arasında gezerken yüreğini siyah, beyaza doğru bastıran, cesarete sahip, bir mazerete ihtiyacı olmayan, yargılamayan, her zorluğa göğsünü açan, “uykusuz, öyle düşünüp kendimi yiyemem” deyip “başka diyeceğin var mı?” diye soran, bir açıklama dinleyebilen, hâlil’i kaybetmemek için çırpınan, aynı zamanda zor da olsa bile “hoşça kal” diyebilen, yalan söylettirmemeye çalışan, bir kadın.

evet, buradan safa önal’ın ntv röportarjı: “acaba bir başkası türkan hanım’ın yerine sabiha olsaydı aynı sonucu verir miydi, düşünürüm”e cevap: derinden hisseden olursa sabiha’nın yerinde aynı sonucu “kalbimi kıra kıra” bile olsa verebilir(dim).