zam'ânın esintisi

17 Mayıs 2020

mahzun’i şerif içi’m,

bu yazı her gün mahzun-i dinlerken yazmak istediğim bir yazı ve sonunda mahzun-i için bir şey yazmaya hazır olduğum gecelerden bir gece. bu gece, gece’ler o’ymuş, bugün ölümü değil, yeniden doğuş noktası sağlayan ozanlardan mahzun-i. tıpkı adı gibi.

mahzuni şerif her ne kadar protest türkü söylediğini söylesem/söylesek de içine girilip âşkını görmemiz gereken ozanlardan. belki suna’sını, belki de fatıma’sını. ben fatıma’dan yanayım.  şöyle ki: “gül yüzlü cânanım” garip bir yerde ve zam’ândayım. çünkü sürekli ruhsal olarak mahzunidir ruh hâlim. yıllardır kesintisiz “bir değil yarem” , “hâlim yaman böyle” , “diye diye” , “gözlerin”, “divâne etti(n) aklımı” mahzun bir şekilde dinleyen biriyim. 


evet, çok fazla mahzuni türküleri önerisi var olduğunu biliyor, bu yüzden; hangi nakaratıyla doldurmam gerektiğini belirlemeye çalışamıyorum. hepsi içimi besliyor çünkü.  “gam yeme gönül” “zâlimin zülmü varsa” diyerek yaşama umutlar inşa etmemi sağlıyor. dügâh hâlimi anlamanız için mahzun-i dinlemenizi, onun acılarını, hayata bakış açısını hissetmenizi, acılarına bile nasıl sahip olduğuna dikkat etmenizi isterim. 

ve mahzuni en düşük enerjimizde elimizin altındaki başka başka umutlu türkülere ve kişilere erişmemizi de sağlıyor.  “ahmet kaya’ya”, bir “metin”, biraz da “şikayetim vardır aşık veysel’e” türküsü ve de “iki saz iki söz” muhlis akarsu ile olan albümü. daha ne söyleyeyim? hepinize içten söylüyorum: “dünya’da mahzuni’ler, bir ölür bin doğarlar” sizi kavrayan emperyalizm aidiyettinden ayrılıp hâlâ mahzuni’yi dinlemiyorsanız “mahzuni tozar kül olur” o da ayıbınız olur.

bugün: on yedi/mayıs. yarın ve yarınlarımızda saygıyla...

5 Mayıs 2020

mânâlı,

âh, emel taşçıoğlu’ndan  “sel gider, kum kalır” bir de  “iz kalır” albümünden geliyorum. emel hanım’ın söylediği türküler tam olarak sevgili içi’n bayramlık yazısı.

“bayramdan bayrama” bilesin ki “geceler yârim oldu” dinlerken ilk iki dakikada rakıyı açtırır ve “her dertten yıkılmaz idim / sebebim yârim oldu” gece yarısı sağımda ve solumda temiz hava, sallanan ağacın gölgeleri, sokak lambasının yanıp sönerek kar’anlık sokaklardan eve doğru giz bir şekilde giderken hem ruha hem de rakıya çöktürebiliyor. bu, iki türkü bizi suistimal etmeden gerçekleri sorgulamaya da yardım eden türkülerden. 

sevgiliyle yaşanan yolculuk ânlarında “seher vakti çaldım yârin kapısını” türküsüne de yönlendirirken acılarımızı hafifletemeyebilir ama umutları belki geri getirebilir demek isterdim ki  “garibim”i dinleyerek, “bağa girdim kiraza/ yâr naza, ben niyâza / hani söz vermiştin/ gelecektin bu yaza” kucaklayarak huzuru vermenin güzelliği, her zam’ânı paylaşmaya, aynı gökyüzünün altında mil tutmaya, şefkâtle kollarına sarmaya...

derken yine “bayramdan bayrama” dönerek, “gurbeti mesken mi tuttun / gittin beni de unuttun / belki başka yâr da buldun/ bir selâm gönder ya da cemâlini göster ya da bir fatiha oku bari bayramdan bayrama” âh, yâr ile sonl(ân)dırdım her şeyi...

1 Mayıs 2020

bililtizam,

“telli turnam sökün gelir / inci mercan yükün gelir / elvan elvan kokun gelir / yâr oturmuş yele karşı” karac’oğlan’a ait koşma’lı bir şiir. lakin türkülü söylüyor nurettin rençber, “yeşil başlı gövel ördek”ten velhasıl “eski yara”sına da kadar sürer bu yazı aslında...

bu türküde birçok insanın, ruhsal titreşimselleri olabileceğini düşünüyor, kendinde bir şeyleri iyileştirebileceğini görüyorum. ben nurettin rençber ve bunun yanında konum değil ama erkan oğur’un sesinin şiire dönüştüğünü ve yüreğe nafiz ettiğini düşünen birisiyim. şiire dönüştüğü için insanı hiç kıvrandırmadan rahatlatıyorlar da.

müstevli zamanlarda oturup dinlediğim türküler, insanlar, zor durum karşısında üstesinden gelmem gereken çok şey var çünkü. kimin yanımda kaldığını, kimin benden gittiğini, kimin zarar verdiğini ve niyetlerinin ne olup olmadığını düşünmek için zamanım var. hatalarımı ve de hataları kabul ettim ve kendimi, kendilerini affettim. birini gülümsetmeyi başardığım ânlara da hep minnettar oldum oluyorum da. münhasır olmadığımı da biliyorum ama her duyguyu sevmeye çalışıyorum. bu duyguların ortasında bir yerlerde, sessizliğin de çiçek açmaya devam ettiği gizli bir yer var olduğunu hissediyorum. yemyeşil ovalar, hayaller gibi...


şu ki: ifade edilemeyen duyguları yazıya dökebilmek çok hercümerçtir. acıyı kalem ve kağıda bırakmak kendi başına iyileştirici bir deneyimdir. taşıdığınız düşünce ve duygulardan bir saikle kopuyor ve barışa başka bir adım daha yaklaşıyorsunuz. türküde dediği gibi, “oturmuş yele karşı...” bile bile.