zam'ânın esintisi

16 Ağustos 2020

gamlı garlar,

 “tren bir hayattır”, tanıl bora derlemiş, ne de güzel derlemiş. elbette, “her halükârda, tren ve demiryolu bir gönül meselesidir, aşkî bir konudur.” [...] “‪memleket ilgisinden anladığımız, milliyetçilik hamasetinden farklı bir insanî teferruat sevgisi, doğal, beşeri coğrafyanın seyrinden duyulan zevkle ilgili bir sevgidir.” cümlelerini kitaba sunmuş. 


derken, 

suavi aydın, “umran yolu’na giriş yapmış, tâ ki “bazı istasyonlar vardır ki, onlar bütün bu tarihin görkemini ve acılarını aynı anda görmemize izin verirler.” (s.98) cümlesine kadar ısınamamıştım. tanıl bora’nın sunuşu ile suavi aydın’ın cümlesiyle kitaba daha çok odaklandım. iyi de oldu.



öyle ya, orhan berent’in de dediği gibi, “şimdi ise kuşlar gibi hür(d)üm ve tek başımay(d)ım.” (s.170) her olayın içinde, içimde ne açtığını anlamaya çalışsam bile. yolculuklar trenle olsun ya da olmasın, yolculukta düşlediğim şeyler, düşündüğüm kişilerin her bir parçası beni güçlendiriyor. yine orhan berent diyor ki, “(işte) burada zamana direnen bir şeyler -hâlâ- mevcut.” (s.174) [...] “ne yapalım her şeyin bitişi olduğu gibi bu tren (siz tren deyin ben hem tren hem de herhangi bir yolculuk) öyküsü de burada sona eriyor anlaşılan.” (s.186) ama tuğrul paşaoğlu’nun dediği gibi, “hep beraber götürürdük bu kavgayı.” 


kavgayı götürürdük de yürüdüğüm yerlerde konuşulmadan kalacak, anlaşılacak şeylerin dalgalarını kim hissedebilir ki yolculuklardan başka. faruk duman’ın dediği gibi, “tren, yalnızca yolcuları taşımaz kuşkusuz; irili ufaklı ‘belirtiler’ de trenle taşı(nır).” (s.217) [...] “yol, bu nedenle herkes için bir kültürel bir olgudur.” (s.222) 


neyse, şimdi “kültür” demişken şöyle bir de mehmet atlı’ya uzanalım, açın oradan istediğiniz herhangi bir müziği “kültürünüze yakın olan ya da olmayan”. çünkü mehmet atlı, “tren oldukça müziksel bir hadisedir.” [...] “müzik, hemencecik sizi bulunduğunuz andan ve mekândan alıp başka zamanmekânlara taşı(yabili)r.” (s.246) uzanamadınız di mi hiçbir müziğe? ben de uzanama(z)dım “son vapura yetişmekten hallice hallerimiz (çünkü).” (s.252) diyor. 


sağ olsun murat meriç,  “tren denince” (s.289) devreye giriyor ve birkaç müzik öneriyor. benim etkilendiğim ise: https://open.spotify.com/track/4oP8iUq3hQx7Li0qVgsu97?si=wVhLdEyqQiWz_G8EHukKFw ve artık “çağ, ‘hızlı tren’ çağı. trenlerin artık şarkılara girememesinin bu kadar sık karşımıza çıkmamasının sebebi belki de bu.” (s.299)  diye ekliyor. keşke, keşke, hepimizi trene  tıkasalar; küskünlük kalmaz, hâlimiz ahvalimiz ve “kara tren” de -belki- yerine gelir. 

15 Ağustos 2020

güç kolay: adnan yücel içi(n),

adnan yücel’i hiç görmedim, o dönemin insanı da değilim, ne yazık ki. ne yazık ki, bu yazı güç kolay bir yazı olamayacak ama “yürek çağrısı” olacak benim için. özgen seçkin’in de dediği gibi, “güç kolay denilen buluş ve yazış herkesin erişemeyeceği bir olgunluktur.” (s.141) bir şeyi keşfetmeye başlamak istemek,  o kişinin önce hayatını araştırmak, bir beklenti olmadan bunu yapabilmek de olgunluktur. 


adnan yücel’i, mehmet özer’in derlediği “aşkın ve başkaldırının şairi türküsüz çıkmayasın yollara” kitabıyla bir beklentim olmadan kitaba ulaştım. bkz.  https://twitter.com/sahrahkadiogluu/status/1292816241594372100?s=21 ulaşıp okuduktan sonra güçlü olduğumu fark ettim. a.kadir paksoy’un dediği gibi,  “büyük bir kavgada herkes nasıl kendine düşeni yaparsa” (s.186) sonunda içlerinde bağlılıklarını, bağımsızlıklarını görür. 



ve öyle görüyoruz ki gölgemiz bile bizi bekler, yavaşça zamanı işaret ederken, haydar ünal’ın dediği gibi, “bir şeylerin zamansız uzaklığı doluyor içime.” (s.255) bu zamanın çizgilerinden daha çok “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” çırpınan bir sazın tellerinin türküsüdür zaman.



o gece, adnan yücel ile hikâyeleri, düşünceleri okudukça yüreğimde bir orman büyüdü, en karanlık yerlerim suya açıldı. asım gönen, “adnan yücel: alanları fetheden, alanlarca fethedilen” yazısında “önce şunu açıklayayım: [...] bu şairi okudukça tad alacak bir halkı görüyorum ileride. şimdiden tohumları alanları kaplayan.” (s.413) sadece alan değil, derinliklerimde eşit derecede dokunaklı bir şair dans ederken dökülüyor hâlâ yüreğime yaşamı arasındaki o sonsuz sıcaklık. a.kadir paksoy’un da dediği gibi, “ama ağustos sıcağında yüreğim (h’üzüntüden) buz kesti.” (s.188) adnan yücel ile aynı dönemde yaşamadığım için, ama asım gönen’in  “yaşamı yeni bir yaşama götürecek olan mücadelenin kendisidir.” (s.395) -ki tuncay uçarol’un da dediği gibi, “adnan yücel, hep toplumcu gerçekçi bir ozan kaldı. bireyselliklerin mantar gibi çoğaldığı yıllarda, o hep toplumsal acılarla, yoksullarla, ezilen insanlarla yan yana oldu. şiirinin en güzel olduğu yerler de, 1990’larda bile sönmeyen bu ateşiyle pişti taştı hep. o yüzden de, görüyorum-z ki hiç unutulmayacak.” (s.437) unutulmayacak elbette adnan yücel’in “anadolu bir halklar ve kültürler denizidir.” (s.90) dediği gün‘ler’imiz. 



dipnot: adnan yücel’in yakın zamanda tüm külliyatlarına kavuşmak dileğiyle, 

1 Ağustos 2020

mağmum ve zam’ân,


gittikçe daha fazla önem verdiğim şeyler ikisi. söylenmesi gereken her şeyin zamanla ortaya çıkıyor olmasına domurlanıyorum. dinleyebildiğim(iz), öğrenebildiğim(iz) ve ânlara geri dönüp gittiğim(iz) her şey de. melih cevdet anday’ın dediği gibi; “çoşkunun olmadığı yerde eylemin doğamayacağını biliyorum ama ya ondan önce ya da ondan sonra düşünsel belirleyici eylemin bulunması gereğini de.” -akan zaman duran zaman s.126


sessizlik, bir müsekkin. sessizlik içinde olduğum zaman, genellikle dinlenmek dışında hiçbir şeye hazır değilim. hissettiğimi ve gördüğümü keşfetmemi kolaylaştırıyor ve tonlarım farklılaşıyor. bu durum, od(aklanmış) bir ruha dönük zamanıdır.  en iyi yararımın bu zamanda çıktığına inanıyorum. vüs’at o. bener’in dediği gibi; “kimseyi ne görüyor, ne arıyorum! zaten görülecek, aranacak kimse de yok. zaman da! yazmak (ve okumak) yetiyor şimdilik, yakınmıyorum öyle çok!” (s.155) velâkin sonrası “bununla birlikte düşünüyorum da, insan dayanıklığı gerçekten tuhaf! [...] özlem, sevgi de öyle! dayanışma da! bir bakıma (bu yıl) birlikte çektiğimiz güçlükler, birbirimize ne denli sokulmamız gerektiğini [...] anımsattı, doğruladı!” -cânım tavşancığım, s. 159 


sosyal mecralarda paylaştığım şeyler konusunda son derece ihtiyatlı davranmaya çalışıyorum. amacımı ya da kalbimi insanlıktan çıkarmaya ya da azaltmaya çalışan tüm kavramları, ilişkiyi ya da varlığı onaylamayıp reddediyorum. bunu böyle söylemesi ve düşünmesi bile beni rahatsız ediyor da, vüs’at o. bener’in de dediği gibi; “neyse -el(im)de değil- bu fasılda ne kadar susayım dese(m) insan(la) konuşmak ihtiyacını duyuyor(um).” s.181


neyse ki, şimdi geçmişten bir ân(ınsamak) iyi gelir.