zam'ânın esintisi
18 Nisan 2020
nokta-i nazar,
bu sabah “işe yarar bir şey”i izledim. sahiden de işime yarar şeyler keşfettim. ismen bir leylâ değilim belki, ama ruhen leylâlaşıyorum bazen (hatta her zaman da böyledir bu). film hikâyesiyle fotoğraflaşmakla başlaması ilgi çekici bir film. genelde hep yataktayımdır yatakta kitap okur, yatakta film izler hatta yatakta ağlar, gülerim. yataktan ayrı kaldığım zaman dilimi: yemek için, fotoğraf çekmek için ve de yürümek içindir, -ki yürümek o da bu sıralar olmuyor. filmde sayılan renkler kadar değil belki benim hayatım ama benim hayatım saf bir siyah beyazdan ibaret.
neyse ki yataktan kalktım “işe yarar bir şey” yapmaya kalkışmak istedim. yani çay demlemeye. çay demlemek son birkaç yıldır benim için hassas noktalardan biri oldu. öncelikle şu ki, her çayı üstüne atınca yirmi beş dakika ve/ya yarım saat öncesinden çaya asla dokunmam dokundurtmam da. bugün ise çayın tozunu silkeleyip soğuk suyla yıkayınca aynı yöntemle tekrar demleyip kahvaltımı yaptım. yalnız yalan değil, bir başıma yine “işe yarar bir şey” oldu. bıraksanız beni su gibi konuşur içimdeki efkâr ve tahassüsler ebediyet olur.
ben en iyisi kahvaltı masamda filmi bir küçük ele alayım. film öykü karayel sayesinde çok öyküsel olmuş diyebilirim ama beni trende ada sahillerine açılırmışçasına leylâ’nın (başak köklükaya) sessizliği daha çok etkiledi. çünkü gerçek sessizlik her şeyi yakar. kendi kendine yeterli olmak, asla başkasına güvenmemek anlamına gelmez. en derin sessizlikte bile birbirimize ihtiyacımız var olduğu anlamına gelir. ihtiyacımız olmayan şey ise: ruhumuzu yok etmek için kalıplaşmış sistemlere güvenmemektir.
filmde “siz olsanız ne yapardınız?” diye sorulan soruya herkesin bir duraksama yaşayabilen bir hayatta olduğunu biliyoruz ama başta şiire taptığımı, okumayı sevdiğimi söyleyip ben bir otobiyografi yazardım -belki- diyebilirim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.